Dr. Mahmut TOKAÇ
Geçen gün Edirne’de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a kanser hastası olduğu ve ilacının bulunmadığını bildirerek bu konuda yardım isteyen Dilek Özçelik’e Bakan Bayraktar’ın para yardımı yapması ve genç kızın “Ben dilenci değilim.” diyerek parayı iade edişi yazılı ve görsel medyada genişçe yer aldı. Ancak konuya maalesef yine yanlış cepheden yaklaşıldı ve Bayraktar’ın yardım şeklinin üzerine konu bina edildi. Halbuki konu SGK’nın ödeme politikalarındaki yanlışlıktan kaynaklanan ve hastaların mağduriyetine yol açan durumun bir hasta tarafından yetkililere duyurulmaya çalışılmasından ibaretti.
Ertesi gün yaşanan gelişmeler üzerine bazı gazetelerimiz “SGK Dilek’in çığlığını duydu” “Dilek’in çığlığı umut oldu” gibi manşetler attılar. Dilek’in çığlığı duyuldu. Bu çığlık ne kadar uzun zamandır bu sütunlarda dillendiriliyordu ama ne yazık ki bir türlü duyulmuyordu. En son geçen ay “İlaç Krizi” başlıklı yazımda dile getirdiğim bu durum yeni bir şey değil. Şükür ki Dilek sayesinde bir nebzecik de olsa duyulmuş oldu. (http://www.ivek.org.tr/ilac-krizi-100yy.htm)
Genellikle Bakan Bayraktar ekseninde olayı ele basın camiasında konu hakkında en sağlıklı yorumu yapan Fatih Altaylı oldu. Altaylı, 16 Nisan 2013 tarihli “Ucuz diye getirilmeyen ilaç için bakanlık ceza vermeli” başlıklı yazısında aynen şöyle yazdı:
“Hikâyeyi biliyorsunuz.
Dilek Özçelik isimli kanser hastası genç kız, Bakan Bayraktar’la karşılaşıyor ve piyasada bulunamayan kanser ilaçlarının temin edilmesiyle ilgili yardım istemek için yanına gidiyor.
Bakan Bayraktar ise durumu yanlış anlıyor ve Dilek Özçelik’e para veriyor.
Dilek Özçelik ise “Ben dilenci değilim” diyerek parayı iade ediyor.
İyilik yapmak isterken göz çıkaran bakan için de, tüm kanser hastalarını ilgilendiren bir sorunu aktarmak isterken dilenci zannedilen Dilek Özçelik için de zor bir durum.
Her iki tarafı da utandıran bir olay.
Ama sonuç olumlu.
Bu olay sayesinde piyasada bulunmayan kanser ilacının yerli üretim jeneriği dün SGK’nın ödeme yapılacak ilaçlar listesine eklendi ve pek çok hasta için umut oldu.
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği asıl yere.
Bugün Türkiye’de kimi basit hastalıkların, kimi ise kanser gibi daha kapsamlı tedavi gerektiren hastalıkların ilaçları bulunmuyor.
Çünkü ilaç firmaları, bu ilaçları Türkiye’ye ithal etmiyorlar.
Nedeni ise SGK’nın ve Sağlık Bakanlığı’nın fiyat politikaları.
Bakanlık bu ilaçların fiyatlarını son yıllarda epey düşürdü.
Ancak bunu kafasına göre yapmadı.
Dünyadaki fiyatları baz aldı, en ucuz olduğu yerleri baz aldı, bir ortalama yaptı ve fiyatları böyle belirledi.
İlaç firmaları ise fiyatını beğenmedikleri ilaçları Türkiye’ye getirmemeye başladı.
Elbette ilaç firmalarının da haklı olduğu noktalar olmakla beraber, ilaçların ithalatını keserek bu ilaçları piyasada bulanamaz hale getirip kaçakçılığı ve karaborsayı hortlatmak “insani” değil.
Bir ilaç firması her şeyden önce “insani ve vicdanlı” olmak zorunda.
Olmayanları yola getirmek ise bakanlığın görevi.
Eğer bir firma ihtiyaç olan bir ilacı, sadece fiyat nedenleriyle Türkiye’ye getirmiyor ve hastaları zor durumda bırakıp dilenci durumuna düşürüyorsa, bakanlık ve SGK bu firmaların tüm ilaçlarını liste dışı bırakmalı, hatta daha da öteye gidip bu firmaların Türkiye’deki lisanslarını iptal etmeli.
Çünkü bir hastayı ilaçsız bırakmak ciddi bir insanlık suçu.”
Altaylı’nın olayın tahlilini sağlıklı bir şekilde yaptığını belirtirken, ilaç fiyatları ve buna bağlı olarak ilaçların bulunmamasına ilişkin yorumuna bir düzeltme yapmamız gerekiyor.
Altaylı, ilaç firmalarının bu ilaçları ithal etmemelerinin nedeni olarak “SGK’nın ve Sağlık Bakanlığı’nın fiyat politikaları”nı gösteriyor ve “Bakanlığın ilaç fiyatlarını düşürdüğü ve ilaç firmaları bu fiyatları beğenmediği için ilaçların getirilmediğini” belirtiyor. Bu hususta bir ayrıma gitmemiz gerekiyor.
Altaylı’nın yazısında belirttiği gibi Sağlık Bakanlığı İlaç Fiyat Kararnamesi ile Avrupa’daki en ucuz ülkeyi referans alarak fiyatları belirlemektedir. Bunun anlamı Avrupa’da bir ülkede satılabiliyorsa ülkemizde de satılabilir demektir. Ancak SGK bu fiyat üzerinden ilave olarak iskonto yapmaktadır. Bu iskontolar son zamanlarda bazı ilaçlarda %41’lere varan oranlara yükselmiştir. Bu da özellikle maliyeti karşılayamayan küçük firmaların ilaçlarını piyasada bulunduramamalarını durumunu doğurmaktadır. Yukarıda bahsettiğim “İlaç Krizi” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi firmaları 3 kategoride değerlendirmemiz gerekiyor.
1. Yerli firmalar tarafından üretilen ilaçlar ki bunların çoğu eşdeğer ilaçlardır. Bu ilaçlar aşırı iskonto dolayısıyla artık üretilemez hale gelince ya ilaçlar piyasadan çekilir ya da yerli firmalar piyasa oyunculuğundan çekilmek zorunda kalırlar.
2. Yerli bir firmanın yurt dışındaki başka bir üreticiden ithal ettiği ilaçlar. Bu ilaçlar belirli bir fiyattan ithal edilebildiği için gerçek maliyetini karşılayamadıklarında piyasaya verilmeleri mümkün değildir.
3. Çokuluslu firmaların ilaçları. Eğer bu ilaçların eşdeğeri varsa çokuluslu firmalar ya pazarı kaptırmamak için ilaçlarını düşük fiyata piyasada bulundururlar ya da aynı alandaki daha yeni ve daha pahalı başka ilaçlarını piyasaya sürerek daha fazla kazanacakları için ses çıkartmazlar.
İşte Altaylı’nın yazısında kasdettiği firmalar bu üçüncü kategoride yer alan firmalardır. Bu ayrımı yapmadan tüm firmaları aynı kategoride değerlendirmek resmin bütününü göremememize sebep olacaktır.
Dilek’in çığlığı duyuldu ve sadece bir ilaçta hatadan geri adım atıldı. Her seferinde yeni bir Dilek’in çığlık atmasına gerek kalmadan bizim yıllardır yazılarımızla attığımız çığlığımıza kulak verilip bu yanlış anlayıştan bir an önce dönülmesi ve sağlıkta yapılan iyileştirmelerin kesintiye uğratılmaması dileklerimle.
Not: Cüneyt Özdemir’den de sağduyulu bir mesaj:
@cuneytozdemir: Ne kanserli kızımız derdini ayaküstü tam olarak anlatabilmiş ne de Erdoğan Bayraktar tam olarak anlayıp doğru müdahale edebilmiş…
@cuneytozdemir: Kanserli arkadaşımıza yardım edebilmek için elimden geleni yapacağım. Erdoğan Bayraktar’ı linç etmeden de bunu yapabiliriz diye düşünüyorum.